İKİNCİ EL ARAÇLARDA KM’NİN DÜŞÜRÜLMESİ SEBEBİYLE TAZMİNAT HAKKI


Yazar: Av. Bilge İŞ & Av. Selçuk ENER
25.08.2023 09:33:17
İKİNCİ EL ARAÇLARDA KM’NİN DÜŞÜRÜLMESİ SEBEBİYLE TAZMİNAT HAKKI

 

Son zamanlarda ikinci el araç alış ve satışında yoğunlukla karşılaşılan sorunlardan biri olan km sayaçları ile oynanması aracı alan kişileri mağdur etmektedir. Bu mağduriyetin ne şekilde giderilebileceğine değinilecektir.

Konunun daha iyi anlaşılabilir olması bakımından ayıplı malı tanımlamak gerekmektedir.

6502 sayılı kanundaki tanımı “Tüketiciye teslim anında, taraflarca kararlaştırılmış olan örnek ya da modele uygun olmaması ya da objektif olarak sahip olması gereken özellikler taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan mal” şeklinde olup ayrıca TBK’nin 219-231 maddeleri kapsamında tanımlamak gerektiğinde tanımının satılanın, hasarın alıcıya geçtiği anda alıcıya bildirdikleri nitelikleri taşımaması veya satılandan beklenen yararları azaltan ya da kaldıran eksiklikler bulunması olduğu anlaşılmalıdır. Ayrıca her ne kadar bildirilen niteliklerin taşımaması ayıp olarak belirtilse de nicelikteki eksikliklerin niteliği etkilemesi halinde de ayıptan söz edilebilecektir. Örneğin alınan bir mutfak eşyasının belirtilenden daha küçük olması eşyanın niteliğini de etkileyeceği yani kullanımı sırasındaki yararlarını azaltacağı için ayıplı mal olarak nitelendirilebilecektir.

Yazının asıl konusu olan ikinci el satışlarda araç alımı sonrası ortaya çıkan km sayaçları ile oynanmış olunması hususuna dönecek olursak bu satışlardaki bu eksikliğin gizli ayıp niteliğinde olduğu yargı kararları ile sabittir. Gizli ayıbı tanımlamak gerekirse; ayıp açık ayıp ve gizli ayıp olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Açık ayıp, malın incelenmesi ile ilk bakışta görülebilecek veya basit bir muayene ile anlaşılabilecek ayıplar iken gizli ayıp ilk bakışta fark edilmeyen sonradan yapılacak detaylı muayene ile ortaya çıkabilecek ayıplardır. Araçlardaki km sayaçları ile oynanma durumu veya km’nin olduğundan daha düşük olduğunun beyan edilmesi durumu da gizli ayıp kapsamında olacaktır ki bu husus ayıbın giderilmesi ve alıcının hakları bakımından oldukça önemli bir husustur. Nitekim TBK’nin 223. Maddesinde bu husus belirtilmiştir.

“Alıcı, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre imkân bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde ona bildirmek zorundadır. Alıcı gözden geçirmeyi ve bildirimde bulunmayı ihmal ederse, satılanı kabul etmiş sayılır. Ancak, satılanda olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayacak bir ayıp bulunması hâlinde, bu hüküm uygulanmaz. Bu tür bir ayıbın bulunduğu sonradan anlaşılırsa, hemen satıcıya bildirilmelidir; bildirilmezse satılan bu ayıpla birlikte kabul edilmiş sayılır.”

Görüldüğü üzere gizli ayıpta bildirme süresi ayıbın fark edilmesi ile birlikte başlarken açık ayıpta, alıcının inceleme yükümlülüğü ve ayıbın hemen fark edilebilme potansiyeli sebebiyle bu süre kısıtlıdır. TBK’nin

“Satıcı daha uzun bir süre için üstlenmiş olmadıkça, satılanın ayıbından doğan sorumluluğa ilişkin her türlü dava, satılandaki ayıp daha sonra ortaya çıksa bile, satılanın alıcıya devrinden başlayarak iki yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. Alıcının satılanın kendisine devrinden başlayarak iki yıl içinde bildirdiği ayıptan doğan def’i hakkı, bu sürenin geçmiş olmasıyla ortadan kalkmaz.

Satıcı, satılanı ayıplı olarak devretmekte ağır kusurlu ise, iki yıllık zamanaşımı süresinden yararlanamaz.”

Şeklindeki 231. Maddesinde hem gizli ayıp hem de açık ayıp için iki yıllık zamanaşımı öngörülmüş olup satıcının ağır kusurlu olması halinde de bu süreden yararlanamayacağı istisna olarak belirtilmiştir. Hal böyle iken aracın kilometresi ile oynanması da satıcının ağır kusurundan kaynaklı olduğu için bu durumda da zamanaşımından satıcının yararlanamayacağını belirtmek isteriz.

                                                                                                                                                                                                                                                                                                

“…Dava konusu otomobilin 30.12.1997 de "0" km. olarak dava dışı üçüncü kişiye satılmış ve davacı bu aracı 11.9.1998'de satın almıştır. Aracın satın alma tarihinden itibaren değişik arızalar nedeniyle sık sık onarım gördüğü ve bu arızaların giderildiği anlaşılıyorsa da en son çıkan sorunlar nedeniyle 11.7.2001 tarihinde servisine götürüldüğünde kaporta aksamında yaygın şekilde paslanmanın da bulunduğu görülmüştür. Yapılan incelemeler sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda bu paslanmanın imalat hatasından kaynaklanan gizli ayıp niteliğinde olduğu bildirilmiştir. Böylece dava konusu araçta gizli ayıbın bulunduğu ve bunun ise 11.7.2001 tarihinde öğrenildiği görülmektedir. Bu durumda zamanaşımı süresi içinde imalat hatasına bağlı gizli ayıbın öğrenildiği tarih esas alınmalıdır. Bu tarih gözetildiğinde eldeki davanın açıldığı 5.10.2001 tarihinde iki yıllık zamanaşımı süresi dolmamıştır. O halde mahkemece işin esası incelenerek varılacak uygun sonuca göre karar verilmelidir. Yerel mahkemece bu yön üzerinde durulmadan yazılı şekilde karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.”)…

Satılan malın ayıbı gizli nitelikte ise veya ayıp tüketiciden hile ile gizlenmişse, satıcı 15 gün içerisinde kendisine başvurulmadığını ileri sürerek sorumluluktan kurtulamaz.

Satıcı daha uzun bir süre için garanti vermemiş ise, ayıplı maldan ve ayıplı malın neden olduğu her türlü zararlardan dolayı açılacak davalar, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile malın tüketiciye teslimi tarihinden itibaren 2 yıllık zamanaşımına tabidir. Ancak satıcı, satılan malın ayıbını tüketiciden hile ile gizlemiş ise, 2 yıllık zamanaşımı süresinden yararlanamaz.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davaya konu araçta bulunan ayıbın hile ile gizlenmiş "gizli ayıp" niteliğinde ve buna göre davalı yanın "zamanaşımı definin" yerinde olup olmadığı, noktalarında toplanmaktadır.…

Yeri gelmişken belirtmekte yarar vardır ki, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4. maddesinin gerek davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan/gerekse 4822 sayılı kanunla değişerek 14.06.2003 tarihinde yürürlüğe giren şeklinde; "satıcının/ayıba karşı sorumlu tutulanların daha uzun bir garanti süresi vermemesi/daha uzun bir süre sorumluluk üstlenmemeleri halinde ayıplı maldan doğan davaların/sorumluluğun ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile malın tüketiciye teslimi tarihinden itibaren 2 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, ancak, satılan malın ayıbı tüketiciden satıcının hile ile/ağır kusuru veya hile ile gizlenmişse 2 yıllık zamanaşımı süresinden yararlanamayacağı" hükmü yer almaktadır.

Bu bağlamda; olayın açıklanan gelişimi ve deliller karşısında araçta üretim hatası bulunup, bunun hile ile gizlenmiş gizli ayıp olduğunda kuşku yoktur…”

(Yargıtay HGK, 2005/487 E. 2005/553 K. 05.10.2005 T.)

                                                                                                                                                                                                                                                                                               

“…Davacı, 26/03/2012 de dava konusu sıfır km aracı satın aldığını ancak araç kaportasında paslanmalar olduğunu farkederedek aracı 23/4/2014 de yetkili servise götürdüğünü, serviste paslanmaların pasta cila yöntemi ile iradesi dışında kapatıldığını, bu şekilde gizli ayıbın saklanmaya çalışıldığını ancak paslanma durumunun devam ettiğini ileri sürerek araç için ödediği 56.000,00 TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile satıcı ve ithalatçı olan davalılardan tahsilini istemiştir.

Davalı ithalatçı ... Pazarlama Aş,üretimden kaynaklı bir sorun olmadığını savunarak davanın reddini dilemiş, diğer davalı satıcı ... ise tüm zamanaşımı sürelerinin dolduğunu ve bedel iadesi için yasal şartların oluşmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, malın tüketiciye tesliminden itibaren iki yıllık zamanaşımı süresinin dolmasından sonra aracın servise gittiği dava tarihinin ise 27/03/2015 olduğu her halde zamanaşımı süresinin dolduğu belirtilerek davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. 

Dava, gizli ayıp nedeni ile sıfır km araç için ödenen bedelin davalılardan tahsili istemine ilişkindir. Davacı araçta gizli ayıp bulunduğunu, servise gittiğinde pasta cila yöntemi ile durumun gizlendiğini, gizli ayıbın ise dava öncesi ... 2.Tüketici Mahkemesi 2014/8 D.iş sayılı dsyasında alınan bilirkişi raporu ile tespit edildiğini ileri sürmektedir. Davalılardan ... ’nın savunmasında zamanaşımı definde bulunduğu, diğer davalının ise bu yönde bir savunması olmaksızın davanın reddini dilediği anlaşılmaktadır. Mahkemece her ne kadar davanın her iki davalı yönünden zamanaşımından reddine karar verilmiş ise de davalılardan ... Pazarlama Aş’nin zamanaşımı definde bulunmadığı, diğer davalı ile aralarında var olan ihtiyari dava arkadaşlığında zamanaşımı definde bulunmayan davalının bundan yararlanamayacağı gözetilmemiştir. Bu husus bozma nedeni olmakla birlikte önemle belirtmek gerekir ki, 6502 Sayılı Kanun Hükümleri dikkate alındığında, ayıbın türünün belirlenmesi bu kapsamda hile ile ayıbın gizlenmesinin söz konusu olup olmadığı hususunda inceleme yapılmaksızın ve rapor aldırılmaksızın da karar verilmesi mümkün değildir. Hal böyle olunca mahkemece ağır kusur halinde zamanaşımının işlemeyeceği konusunda anılı Yasanın 16. maddesi hükmünün de dikkate alınarak yukarıda zikredilen hususlar kapsamında hüküm tesisi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı gerekçe ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir…”

(Yargıtay 13. HD, 2016/4730 E. 2017/12161 K. 06.12.2017 T.)

                                                                                                                                                                                                                                                                                              

İçtihatlardan da anlaşılacağı üzere aracın kilometresiyle oynanması ağır kusur, hile olarak kabul edilmekte ve satıcının zamanaşımından faydalanamaması sonucu doğmaktadır.

MALIN AYIPLI OLMASI HALİNDE ALICI BEDEL İNDİRİMİ DIŞINDA AYRICA AŞKIN ZARARINI DA TALEP EDEBİLİR.

Satın alınan malın ayıplı olması halinde alıcının kanundan kaynaklı seçimlik haklarının yanı sıra aynı zamanda munzam zarar talep edebilir.

                                                                                                                                                                                

“…Davacının davalılardan tahsil ettiği anapara ve faiz toplamının, davacının sattığı malı yeniden tedarik etmesi için ödemesi gereken bedelle kıyaslayıp arada davacı aleyhine bir fark varsa davacının munzam zararının bu olduğunun kabulü ile sonucuna göre karar vermekten ibarettir. Ancak hükme esas alınan bilirkişi raporu bu ilkelere uygun düzenlenmemiştir. Eksik soruşturmayla hüküm kurulamaz, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir…”

(Yargıtay 19. HD, 2017/5217 E. 2019/5474 K. 9.12.2019 T.)

                                                                                                                                                                                                                                                                                                 

“…Munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağın varlığını, bu alacağının geç ifa edilmesinden dolayı faizle karşılanamıyan zararını ve miktarını zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmek durumundadır. Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlamakla sorumluluktan kurtulabilir.

Munzam zarar temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar geçecek zaman içinde artarak devam eden yeni bir borçtur. Asıl borcun kaynağı haksız fiil nedensiz zenginleşme veya sözleşme olduğu halde bu borcun hukuki sebebi asıl alacağın temerrüde uğraması gibi hukuka aykırılıktır. O nedenle, asıl alacak ve temerrüt faizleri yönünden icra takibi yapması ve dava açılması sırasında onlarla birlikte istenilmemiş olması veya bu zarar hakkının saklı tutulmamış olması davanın görülmesine engel değildir. Zaman aşımı süresi içinde her zaman bu yöne ilişkin dava açılabilir.HUMK.nun 238.nci

2010/28-6526

maddesi gereğince maruf ve meşhur olan hususlar munazaalı sayılmaz. Bu nedenle davacının temerrüt faizinden fazla bir zararı olduğu ortadadır. Davalı bu karinenin aksini ispat etmek durumundadır.

Toplanan delillerden ve dosya kapsamından davacının ayıplı aracının mahkemece değiştirilmesine karar verildiği, davacının ilamı icraya koyduğu, aynı aracın üretiminin kalkması nedeniyle davacı tarafından 7.6.2002 tarihinde ki talep ile İİK 24.madde gereğince işlem yapılmasını istediği, icra müdürlüğünce aracın değerinin tespit edildiği, davalı tarafında icra müdürlüğünce belirlenen bedelin 30.6.2003 tarihinde icra dosyasına bloke edildiği ancak bu bedele itiraz ederek paranın davacıya ödenmesini engellediği anlaşılmaktadır Hal böyle olunca paranın icra dosyasına ödendiği tarihte oluşan ve faizi aşan zararını isteyebilir. Öyle ise mahkemece, davalının parayı boke ettiği tarihten eldeki dava tarihine kadar geçen zaman zarfında gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı mevduat ve Devlet tahvillerine verilen faiz oranları, döviz kurlarını gösterir liste ilgili resmi kurumlardan getirtilmeli, konusunda uzman bilirkişi kurulundan taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınmalı, davacının zarar miktarı belirlemeli, sonucuna göre bir karar verilmelidir. Bu yönlerin göz ardı edilerek yazılı şeklide hüküm tesis edilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…”

(Yargıtay (kapatılan) 13. HD 2010/28 E. 2010/6526 K.)

                                                                                                                                                                                                                                                                                                

GÖREVLİ MAHKEME

Ayıplı maldan dolayı açılacak davaların hangi mahkemelerde görüleceği hususu taraflar ve malın alınış sebebine göre değişmektedir. Şöyle ki;

1.      Eğer iki taraf da şahıs ise ve alıcı aracı kişisel kullanım için satın aldıysa ve satıcı da ticari amaç gütmeden satış yaptıysa uyuşmazlık Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülecektir. Zira satıcının TKHK kapsamında satıcı olmaması yani ticari amaç gütmeden satış yapmış olması alıcıyı TKHK kapsamında tüketici olmaktan çıkaracaktır. Bu da uyuşmazlığın Tüketici Mahkemesi’nde görülmesinin önünde engel oluşturacaktır.

.                                                                                                                                                                               

“…Bir hukuki işlemin 4077 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için yasanın amacı içerisinde yukarıda tanımları verilen taraflar arasında mal ve hizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerekir. Somut uyuşmazlıkta davacı, davalıların 1/2 oranında hisseyle malik oldukları taşınmazı 15.03.2011 tarihinde davalılardan satın almış olup, davalılar 4077 sayılı yasa kapsamında tanımı ''yapılan ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında mal sunan gerçek kişiler'' olmadıklarından taraflar arasındaki ilişkinin tüketici işlemi olmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca davaya bakmakla Tüketici Mahkemeleri değil, Genel Mahkemeler görevlidir. Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re'sen gözetilir ve görevle ilgili hususlarda kazanılmış hak söz konusu olmaz. O halde, mahkemece davaya bakmakla Asliye Hukuk Mahkemeleri görevli olduğundan görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…”

(Yargıtay 13. HD, 2016/18351 E. 2019/7605 K. 24.06.2019 T.)

                                                                                                                                                                                                                                                                                                 

2.      Eğer aracı satan kişi TKHK kapsamındaki satıcının tanımına uyuyorsa yani aracı ticari amaç güderek sattıysa ve bu işi sürekli yapıyorsa(galeri vs.) bu kişi TKHK kapsamında satıcı olarak kabul edilir ve alıcının da ticari amaç gütmeden, kişisel amaç kapsamında aracı satın almış olması halinde uyuşmazlık Tüketici Mahkemesi’nde görülecektir.

                                                                                                                                                                                

“…Davacılar, davalı şirketten satın alınan aracın ayıplı olduğu gerekçesi ile eldeki davayı açmıştır. 4822 sayılı yasa ile değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Amaç başlıklı 1. Maddesinde yasanın amacı açıklandıktan sonra kapsam başlıklı 2. maddesinde "Bu kanun, birinci maddesinde belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsar" hükmüne yer verilmiştir. Yasanın 3. maddesinde mal; alışverişe konu olan taşınır eşyayı, konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi malları, hizmet; bir ücret veya menfaat karşılığında yapılan mal sağlama dışındaki her türlü faaliyeti ifade eder. Satıcı; kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya tüzel kişileri kapsar. Tüketici ise bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen kullanan veya yararlanan gerçek yada tüzel kişiyi ifade eder şeklinde tanımlanmıştır. Bir hukuki işlemin 4077 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için yasanın amacı içerisinde yukarıda tanımları verilen taraflar arasında mal ve hizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerekir. İmalatçı-üretici kavram ve sorumluluğu da 4077 sayılı yasanın 3 ve 4. maddelerinde düzenlenmiştir. TKHK nun 4/3 maddesine göre; İmalatçı-üretici, satıcı, bayi, acente, ithalatçı ve 10.maddenin 5.fıkrasına veya 10/B maddesinin 9.fıkrasına göre kredi veren, ayıplı maldan ve tüketicinin bu maddede yer alan seçimlik haklarından dolayı müteselsilen sorumludur. Hal böyle olunca, davalı şirkete karşı açılan davanın da tüketici kanunu kapsamında kaldığından tüketici mahkemesinde görülmesi gerekir. Bu nedenle uyuşmazlığın 4077 sayılı yasa kapsamında kaldığı kabul edilmeli ve görevle ilgili düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olup taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında resen gözetileceği dikkate alınarak, Mahkemece, davaya bakmaya tüketici mahkemesinin görevli olduğu gözetilerek tüketici mahkemesi sıfatıyla karar verilmesi gerekirken hiç bir gerekçe açıklanmadan asliye hukuk mahkemesi sıfatıyla yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir…”

(Yargıtay 13. HD, 2020/4674 E. 2021/3035 K. 23.03.2021 T.)

                                                                                                                                                                                

 

3.      Eğer taraflardan ikisi de tüzel kişi ise o zaman iki tarafın da tacir olması sebebiyle uyuşmazlık Asliye Ticaret Mahkemesi’nde görülecektir. Zira her ne kadar uyuşmazlıklarda tüzel kişinin kişisel amaçla malı edinmiş olmasından kaynaklı olarak tüketici olabileceği iddia edilse de yerleşik içtihatlar ile de tüzel kişinin kişisel amaçlara özgülenen bir kullanımının olamayacağı sabittir.

.                                                                                                                                                                               

"...Tüzel kişi tacirin barınma, gıda, giyinme ve aile gibi özel insani ihtiyaçları olmadığı için bunların hakiki şahıslar gibi adi borç ilişkileri alanı olmadığı kabul edilir. Ticaret şirketleri bir ticari işletme işletmiyor olsalar dahi TTK.’nun 18/1.maddesi gereğince kanunen tacirdirler. Doğrudan ticari amaçla ya da işletmenin iç ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla olup olmadığına bakılmaksızın bütün hukuki ilişkileri ticari faaliyet kapsamında olup özel hayatlarına ilişkin bir işlem söz konusu olamayacaktır…”

(Yargıtay HGK E: 2011/500, K: 2011/550, T: 21.9.2011)

                                                                                                                                                                                

YETKİLİ MAHKEME

Herhangi bir konuda dava açılmak istenmesi halinde nerede açılacağı konusu bazen gerek yargı merciileri arasında tartışma konusu olabilmekte gerekse vatandaşlarca usul hukuku bilgisine sahip olmaması sebebiyle yanlış yer mahkemesinde açılabilmektedir. Davayı doğru yer mahkemesinde yani yetkili yer mahkemesinde açmak oldukça önemli olup davanın yetkisiz yer mahkemesinde açılması halinde davacı aleyhine vekalet ücretine hükmedilmektedir.  

Ayıplı maldan kaynaklanan uyuşmazlıklarda yetkili yer mahkemesi birden fazladır. Zira bahse konu davalar hem HMK’nin 6. Maddesinde bulunan genel yetki kuralına göre davalının ikamet adresinin olduğu yer mahkemesinde, sözleşmeden doğmakta ise sözleşmenin ifa edildiği yer mahkemesinde veya para borcuna ilişkin ise BK’nin 73. Maddesi gereğince davacının ikamet adresinin olduğu yer mahkemesinde açılabilecektir. Yani davacının yetki konusunda seçimlik hakları mevcut olup bu mahkemelerden birinde açılabilecektir.

                                                                                                                                                                                

“…HMK'nın 6 ncı maddesi gereğince bir davada genel yetkili mahkeme, davalının yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesidir. Aynı Kanun’un 10 uncu maddesinde sözleşmeden doğan davalar için, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinin de yetkili olduğu belirtilmiştir ki bu da özel yetkiye ilişkin bir düzenlemedir. Ayrıca BK'nın 73. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 89.) maddesi uyarınca para alacağına ilişkin davalarda aksi kararlaştırılmadıkça para borcu alacaklının yerleşim yerinde ödenmesi gerektiğinden alacaklının bulunduğu yer mahkemesi de yetkilidir. Dolayısıyla dava, davacının seçimine göre, hem genel ve hem de özel yetkili mahkemede açılabilir.

Bir davada, birden fazla genel ve özel yetkili mahkeme varsa, davacı bu mahkemelerden birinde dava açmak hususunda bir seçimlik hakka sahiptir. Davacı, davasını bu genel ve özel yetkili mahkemelerden hiçbirinde açmaz ve yetkisiz bir mahkemede açarsa, o zaman seçme hakkı davalılara geçer.

Somut olayda, davanın Merzifon 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açıldığı, davacının yerleşim yeri ve mernis adresinin “...” olduğu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 89. maddesi uyarınca para alacağına ilişkin davalarda aksi kararlaştırılmadıkça para borcu alacaklının yerleşim yerinde ödenmesi gerektiğinden alacaklının bulunduğu yer mahkemesi de yetkili olup davacı tercih hakkını bu yönde kullandığından, uyuşmazlığın Merzifon 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp çözümlenmesi gerekir…”

(Yargıtay 5. HD, 2022/8264 E. 2022/12597 K. 26.9.2022 T.)

                                                                                                                                                                                

Yukarıdaki bilgiler ışığında genel bilgi sahibi olmakla birlikte kapsamlı ve karmaşık davalar olması bakımından ve teknik bilgi gerektirmesi sebebiyle dava açılmak istenmesi halinde bir avukata danışılması gerekmektedir.

 

Av. Bilge İŞ & Av. Selçuk ENER