MUVAZAA, TAPU İPTAL DAVALARI VE MURİS MUVAZAASI


Yazar: ALEYNA KISMET & SELÇUK ENER
26.04.2023 12:26:21
MUVAZAA, TAPU İPTAL DAVALARI VE MURİS MUVAZAASI

MUVAZAA, TAPU İPTAL DAVALARI VE MURİS MUVAZAASI

Muris muvazaası, ülkemizde özellikle geçen yüzyılda sıkça görülen bir muvazaa türü olup hala bu hukuksal nedene dayalı davaların yaygın olduğu görülmektedir. Miras bırakanın muvazaası anlamına gelen muris muvazaasına geçmeden önce, tapu iptal ve tescil davaları ile muvazaaya kısaca değinmekte fayda var.

A- TAPU İPTAL VE TESCİL DAVALARI

Saklı pay sahibi olsun olmasın miras hakkı zedelenen her mirasçı bu davayı açabilir. Miras ilişkisinde terekenin iştirak ilişkisi içinde olması her bir mirasçının tek başına bu davayı açmasına engel değildir. Mirasçı, diğerlerinin onayını almadan kendi payı oranında Tapu İptal ve Tescil Davası açabilir. Ancak mirasçı olmayan kişilere karşı taşınmazın tamamına ilişkin bir istem söz konusu olursa farklı bir usul karşımıza çıkmaktadır. Bu kapsamda mirasçıların, mirasçılar dışında kalan kişilere karşı açacakları davalar ve birbirlerine karşı açacakları davalar olmak üzere iki ihtimal söz konusu olur.

- İlk durum, mirasçıların muris muvazaası nedeniyle mirasçı olmayan kişilere karşı taşınmazın tamamına ilişkin istem içeren talepleridir. Bu durumda davanın, diğer miras ortaklarıyla birlikte ya da terekeyi temsilen bir temsilci vasıtasıyla açılması gerekir. Çünkü mirasçıların mirasçı olmayan kişilere karşı açacakları davalarda, terekenin elbirliği mülkiyetine tabi olmasından dolayı kural, terekeye ilişkin tasarruflarda birlikte hareket etmeleridir.

- İkinci durum ise mirasçıların muris muvazaası nedeniyle birbirlerine karşı açacakları davalardır. Uygulamada daha çok bu görünüm şekli karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar TMK m.702 gereğince tasarruf işlemlerinde aranan oybirliği şartı olsa da bu şart miras ortaklığı içerisinde hasıl olan davalarda aranmamaktadır. Tereke içerisinde mirasçıların birbirlerine karşı paylı mülkiyeti söz konusu olduğundan mirasçılar kendi payları oranında bu davaları açabilmektedirler.

                                                                                                                                                         

‘’…Dava mirasçılar arasında açılıp yürüyen bir davadır. Bu nedenle her ne kadar tereke elbirliği mülkiyet hükümlerine tabi ise de, yüksek Yargıtay ve Daire uygulaması gereğince TMK.nun 702. maddesinde yer alan tasarrufi işlemlerde oybirliği aranır kuralı mirasçılar arasında açılıp yürüyen davalarda uygulanmaz. Bu husus anılan ilkenin istisnasını oluşturmaktadır. Davacı tüm mirasçılar adına iptal ve tescil isteğinde bulunsa dahi sadece terekeye dahil taşınmaz bakımından miras payı oranında iptal ve tescil istenildiği kabul edilmektedir.

Hukuki yarar ilkesi uygulama uyarınca dava koşulu olup kendiliğinden gözetilir…’’

                           (Yargıtay 8. HD 2011/2108 E. 2011/6269 K. 25.11.2011 T.)

                                                                                                                                                         

Açıklamalardan anlaşılacağı üzere muvazaa nedeniyle miras payı ihlal edilen mirasçının, mirasçı olmayan kişilere karşı açacağı tapu iptal ve tescil davalarında tüm mirasçılar adına taşınmazın terekeye tekrar tescili istemi söz konusu ise diğer mirasçıların da davaya katılmaları yahut terekeye temsilci atanması gerekmektedir. Bu durum talepte bulunan mirasçının davasının taraf teşkili eksikliğinden dolayı devam olunamamasına sebep olabilmektedir. Dolayısıyla mirasçının, mirasçı olmayana karşı açacağı tapu iptal ve tescili davasında taşınmazın tümüne yönelik istemi yerine kendi payı oranında iptal ve tescilini istemesinde hukuki yararı vardır.

                                                                                                                                                         

 Türk Medeni Kanunu İlgili maddeler

1- Miras ortaklığı

 Madde 640/2- Mirasçılar terekeye elbirliğiyle sahip olurlar ve sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere, terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler.

  II. Elbirliği mülkiyeti

1.  Kaynakları ve niteliği

Madde 701- Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.

2. Hükümleri

Madde 702- Ortakların hakları ve yükümlülükleri, topluluğu doğuran kanun veya sözleşme hükümleri ile belirlenir. Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir. Sözleşmeden doğan topluluk devam ettiği sürece, paylaşma yapılamaz ve bir pay üzerinde tasarrufta bulunulamaz. Ortaklardan her biri, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir. Bu korumadan bütün ortaklar yararlanır.

                                                                                                                                                        

Ayrıca mirasçılar dışında kalan bir kişinin ehliyetsizlik, vekalet görevinin kötüye kullanılması, hata, gabin gibi durumlar nedeniyle sözleşmenin geçersizliği ileri sürülmüşse bu durumda da mirasçı, diğerleri ile birlikte hareket etmek zorundadır. Çünkü terekenin tümüne yönelik bir istem söz konusudur.

Tapu iptal ve tescil davası tenkis davası ile ilişkili olduğundan birlikte veya isteğe ve hukuki yarara bağlı olarak terditli açılabilir. Muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davasında mirastan mal kaçırma iddiası ispatlanamamışsa, terditli talep olan tenkis talebi hakkında yargılamaya devam olunur.

Tapu İptal ve Tescil Davalarının karşımıza çıkan görünüm şekilleri;

- Muris muvazaası sebebiyle açılan tapu iptal ve tescil davaları

- Ehliyetsizlik nedeniyle açılan tapu iptal ve tescil davaları

- Hata, hile, gabin sebebiyle açılan tapu iptal ve tescil davaları

- Vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle açılan tapu iptal ve tescil davaları

B-  MUVAZAA

Muvazaa, bir hukuki ilişkinin taraflarının, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, kendi aralarında hüküm ve sonuç doğurmayacağına yönelik tarafların bilerek ve isteyerek meydana getirdikleri gizli bir anlaşmadır.

                                                                                                                                                         

 ’…Muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılmış hukuka aykırılıktır. Bir sözleşmenin muvazaalı olarak yapıldığını bizzat sözleşmenin tarafları ileri sürebileceği gibi üçüncü kişiler de ileri sürebilir...’’

                         (Yargıtay HGK 2012/422 E. 2012/618 K. 26.09.2012 T.)

                                                                                                                                                         

Muvazaa sözleşmesinde şekil koşulu aranmaz ve bu sözleşme yazılı veya sözlü olarak yapılabilir.

Muvazaa sözleşmesi, görünüşteki sözleşme ile önce ya da en geç onunla aynı zamanda meydana getirilmelidir. Muvazaa iddiasıyla açılan bir davada hakim, resen delil toplayabilir ancak böyle bir iddiayla dava açılmadığı müddetçe kendiliğinden harekete geçemez.

Muvazaalı sözleşme tarafların aralarında anlaşmasıyla sonradan geçerli hale gelmez. Ancak taraflar bu konuda yeni bir sözleşme düzenleyebilirler.

 Muvazaanın Unsurları

a)      Muvazaa anlaşması

b)     Görünürdeki işlem

c)      Gizli işlem (sadece nispi muvazaada söz konusu olur.)

d)     Aldatma kastı

                                                                                                                                                                                                                                                                                           

“...Muvazaanın çeşidi ne olursa olsun olayda üç unsurun, nispi muvazaada ise bunlara ek olarak dördüncü bir unsurun gerçekleşmesi gerekir…”

(Yargıtay HGK 1991/14-369 E. 1991/562 K. 06.11.1991 T.)

                                                                                                                                                         

 

C- MURİS MUVAZAASI

Muris muvazaası, mirasçıların bir kısmını ya da tamamını mirastan yoksun bırakmak amacıyla yapılan karşılıksız kazandırmaların, gerçeğe aykırı şekilde satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi gösterilmesidir.

Amaç: Mirasçıları iradi olarak(kasıt) kısmen ya da tamamen mirastan yoksun bırakmaktır.

Muris muvazaasına ilişkin Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı karar;

“…bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklı (muvazaalı) olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler…’’

 

Muris Muvazaasının Şartları

a)      Üzerinde işlem yapılan malvarlığı değeri tapuya kayıtlı bir taşınmaz olmalıdır.

b)     Miras bırakanın amacı mirasçıdan mal kaçırmak olmalıdır.

c)      Saklı payı olsun olmasın davacı sıfatına sahip mirasçılar olmalı. Bu mirasçılar daha sonra da mirasçılık sıfatını kazanmış olabilirler.

d)     Dava tapu silicinin iptali ve davacı adına tescili davasıdır. Mirasçılar kademeli olarak tenkis davası da açabilirler.

e)      Zamanaşımı veya hak düşürücü süre söz konusu değildir.

Muris muvazaası hukuki niteliği itibariyle haksız fiil teşkil etmektedir ve nispi muvazaanın TBK’de düzenlenen miras hukukuna özgü özel bir türüdür. Nispi muvazaa olması sebebiyle muvazaanın unsurlarından olan görünürdeki işlem ve gizli işlem olmak üzere iki işlemden meydana gelmektedir. Görünürdeki işlem, gerçek taraf iradelerini yansıtmadığından geçersizdir. Geçersizliğinin türü mutlak butlandır. Her zaman ileri sürülebilir. Gizli işlem (bağışlama) genellikle ölünceye kadar bakma veya satış sözleşmesi ile perdelenmektedir ve ancak öngörülen sözleşmenin şekil koşullarını yerine getirmek şartıyla geçerli kabul edilir. Aksi halde geçersizdir. Gizli işlemin muvazaalı işlemle yapılması doğrudan onun geçersizliği sonucunu doğurmaz. Yapılan sözleşmenin türüne göre durum farklılık arz edebilmektedir.

 TBK m.237 gereğince ‘’Bir taşınmazın satışının geçerli olabilmesi için sözleşmenin resmi şekilde düzenlenmesi şarttır.’’

Buna göre bir taşınmaz söz konusu olduğunda görünürdeki işlem olan satış sözleşmesi gerçek iradeyi yansıtmadığından, gizli işlem olan bağışlama sözleşmesi de resmi şekilden yoksun olduğundan geçersiz olacaktır. Ancak muvazaalı işlemdeki söz konusu mal bir taşınır ise burada gizlenen işlem (genellikle bağışlama) neticesinde mülkiyet, taşınırlarda mülkiyetin devrinin elden teslimle yani zilyetliğin devriyle geçmesinin mümkün olmasından dolayı geçerli olacaktır.

                                                                                                                                                         

“…Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre de, tapusuz taşınmazlardaki zilyetliğin devrinden ibaret olan sözleşmeler hiçbir şekil şartına bağlı olmadığından geçerlidir ve bu tür sözleşmeler hakkında 01/04/1974 tarih, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı yoktur. Yani tapusuz taşınmazların devrine ilişkin muvazaa nedeniyle iptal davası açılmaz…”

“…Tapusuz taşınmazların harici satışı, menkul satışı hükmünde olması itibariyle resmi şekil şartına tabi olmadan taşınmazın zilyetliğinin devri halinde harici satış sözleşmeleri geçerlidir…”

(Yargıtay 13.HD 2016/17068 E. 2019/7198 K. 13.06.2019 T.)

                                                                                                                                                         

Taşınırlar için muris muvazaası:

Araçlar

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu m.20/d: ‘’Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi borcu bulunmadığının tespit edilmesi halinde araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi esas alınarak trafik tescil şube veya bürolarındaki ilgili memurlar tarafından siciline işlenmek suretiyle yapılır. Trafik tescil şube ve büroları tarafından yapılmayan her türlü satış ve devir geçersizdir. ‘’ demek suretiyle taşınır statüsünde olan araçların devir işlemlerini taşınır ve taşınmazlardan farklı özel bir düzenleme ile hüküm altına almıştır. Sözleşmenin hüküm ve sonuç doğurabilmesi için resmi şekilde yapılması zorunludur. Resmi şekil bu sözleşmeler için geçerlilik şartıdır.

                                                                                                                                                        

“Her ne kadar devri resmi şekle bağlanmış olsa da trafik siciline kayıtlı araçlar menkul hükmünde oldukları için muris muvazaası ile ilgili 01.04.1974 sayılı İBK kapsamında değerlendirme kapsamında değildir. Dolayısıyla haklarında muris muvazaasına dayalı iptal davası açılamaz. Ancak tenkis davası açılabilir.”

(Yargıtay HGK 1999/4-286 E. 1999/293 K. 12.05.1999 T.)

“Miras bırakan tarafından davalıya devredilen araç bakımından dava konusu menkul mal niteliğinde olup, muris muvazaasıyla ilgili 01/04/1974 günlü ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının tapulu taşınmazların satışıyla ilgili ve konusuyla sınırlı olması nedeniyle uyuşmazlık konusu olayda uygulama yeri yoktur.”

(Yargıtay 4. HD 2020/1985 E. 2020/2139 K. 22.06.2020 T.)

                                                                                                                                                        

Muris muvazaasına ilişkin davalar, miras hakkına dayanan bir dava olduğu için miras bırakan henüz hayattayken açılamaz.

·Görev ve Yetki

Muris muvazaası neticesinde açılacak olan tapu iptal ve tescil davalarında görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir.Yetkili mahkeme ise taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir.

Zamanaşımı ve Hak Düşürücü Süre

Muris muvazaası davası miras bırakan öldükten sonra her zaman açılabilir. Bu dava herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi değildir.

Taraflar

Davacı,  saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı zarar gören her mirasçıdır. Hatta temlik tarihinde mirasçı olmayan ancak daha sonra mirasçı olanlar da dava açabilme hakkına sahiptirler. Fakat bu haktan miras hakkından feragat eden, mirası reddeden ve mirasçılıktan çıkarılan mirasçılar yararlanamazlar.

Davalı ise, taşınmazı miras bırakandan devralan kişidir. Bu kişi ölmüşse onun mirasçıları veya taşınmazı kötü niyetli olarak iktisap eden üçüncü kişidir. Burada belirtmek gerekir ki TMK m. 1023’te belirtildiği üzere ‘’Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet ya da bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.’’

                                                                                                                         

“…Anılan düzenleme gereğince, tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen, gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkansız olan kişinin iktisabı korunur…’’

                          (Yargıtay HGK 2017/1-2654 E. 2021/886 K. 01.07.2021 T.)

                                                                                                                                                         

  ‘’…Görünürdeki satım sözleşmesinin muvazaalı olduğunu ve gizli bağışlama sözleşmesinin şekle ayrılıktan batıl olduğunu, saklı payı olsun olmasın, her mirasçı tek başına ileri sürebilir ve tapu sicilinin düzeltilmesini isteyebilir. Fakat bu düzeltme, sadece bu davayı açan mirasçının miras payı kadar yapılacaktır…”

                                                    (01.04.1974 Tarihli İBK)

                                                                                                                                                         

·İspat

İspat yükü davacı mirasçıdadır. Muvazaa iddiasını tanık dahil her türlü delille ispatlayabilir. Çünkü söz konusu muvazaa anlaşmasında mirasçı, üçüncü kişi konumundadır ve bu durumda sözleşmeye dair belgelere ulaşmasının kendisinden beklenemeyecek olması nedeniyle yazılı delil aranmaz. Ancak senette taraf gözükenler tanıkla ispat hakkından yararlanamazlar. Onlar için ancak yazılı delille ispat mümkündür.

                                                                                                                                   

Senetle İspat Zorunluluğunun İstisnaları

HMK m.203

d)Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddialar

                                                                                                                                             

·       Muris Muvazaasının Görünüş Şekilleri (Genel olarak)

a)      Miras bırakanın yaşlılıkta ölümünden çok kısa bir süre önce tasarrufta bulunması

b)      Erkek çocuklarının kız çocuklarından üstün tutulması

c)      İkinci ya da son eşe yapılan kazandırmalar

d)      Zayıf durumundaki mirasçının güçlendirilmesi

e)      Psikolojik nedenler

 

·       Minnet Duygusu İle Yapılan Kazandırmalar

Miras bırakan, muris ile arasında olan şahsi ilişkisinden dolayı hissettiği minnet duygusu nedeniyle onun adına çeşitli kazandırmalarda bulunabilmektedir. Bu durum uygulamada genel olarak muris muvazaası olarak görülmemekte ve bu değerlendirmede; aralarındaki ilişki, murisin maddi durumu, miras bırakanın devrettiği taşınmaz haricinde başkaca taşınmazlarının bulunup bulunmadığı gibi hususlar dikkate alınmaktadır. Ayrıca temlik karşılığıifa edilmesi gereken edimler her zaman belirli miktarda para gibi maddi bir edim olmak zorunda değildir. Çeşitli davranışlarda bulunma da edim yerine geçebilmektedir.

                                                                                                                                                                                               

‘’…dava konusu 108 ada 3 parsel sayılı taşınmazın miras bırakan tarafından davalıya devredilmediği, diğer taşınmazın minnet duygusu ile davalıya temlik edildi, miras bırakandan mirasçılarına intikal eden başkaca taşınmaz bulunmadığı, dolayısıyla mal kaçırma amacının olmadığı gerekçesiyle tapu iptal ve tescil davansın reddine…”

(Yargıtay 1. HD 2016/151154 E. 2022/903 K. 13.02.2020 T.)

                                                                                                                                                         

·       Tapuda Gösterilen İle Gerçek Değer Arasındaki Fark

Tapuda gösterilen satış bedeli ile taşınmazın gerçek değeri arasında fark olması, muvazaanın varlığı için yeterli değildir.

                                                                                                                                                                                               

 “…Salt tapuda gösterilen değer ile gerçek değer arasındaki nispetsizliğin muvazaanın varlığına yeter delil sayılamayacağı, kaldı ki ölene kadar taşınmazda oturmaya devam etmesi ve davalının kendisine sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu dikkate alındığında, satışın gerçek değer üzerinden yapılmamasının mal kaçırma amacıyla hareket edildiği anlamını doğurmaz…”

(Yargıtay HGK 2010/1-295 E. 2010/333 K. 16.06.2010 T.)

                                                                                                                                                                                               

 “…bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır…”

(Yargıtay HGK 2017/1265 E. 2020/764 K. 14.10.2020 T.)

                                                                                                                                                         

D.     EHLİYETSİZLİK NEDENİYLE AÇILAN TAPU İPTAL VE TESCİL DAVALARI

Ehliyet kamu düzenine ilişkin olduğundan böyle bir durumda öncelikli olarak incelenmesi gerekir.

Ehliyetsizlik nedeniyle açılacak olan tapu iptal ve tescil davası miras payı oranında açılamaz. Çünkü bu durumda tasarrufun geçersizliği payla sınırlı olarak değil terekenin tümüne ilişkindir. Tereke elbirliği mülkiyetine tabi olduğundan tüm mirasçıların bu davaya dahil edilmesi veya terekeye temsilci atayarak takip edilmesi gerekir.

                                                                                                                                                         

‘’…ehliyetsizlik iddiasına dayalı davalar tereke adına açılması gerektiğinden, mirasçılardan birinin payı oranında açtığı davanın dinlenilmesine olanak yoktur. Anılan kural Türk Medeni Kanununun elbirliği mülkiyetini düzenleyen Türk Medeni Kanunun  701 ile 703. maddeleri hükümleri gereğidir…’’

                                   (Yargıtay 1.HD 2008/5841 E. 2008/8273 K. 02.07.2008)

                                                                                                                                                         

Ehliyetsizlik ve muris muvazaası iddiasının bir arada bulunmasında hukuki bir engel yoktur. Ancak hukuki yarar açısından değerlendirildiğinde risk teşkil edebilmektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere ehliyet, kamu düzenine ilişkindir ve öncelikli olarak incelenmesi gerekir. Böyle bir durumda ehliyetsizliğin saptanması halinde diğer hususlara dair bir inceleme yapılmasına gerek kalmayacaktır. Ayrıca muris muvazaasının unsurlarından hareketle miras bırakanın, mirasçılarından mal kaçırmaya yönelik iradi bir davranışı vardır. Bu, kasıt derecesinde bilinçli ve isteğe bağlı bir davranıştır. Bir kişinin hem ehliyetsiz olduğunu hem de muvazaalı bir davranışla mal kaçırdığını iddia etmek muris muvazaasının oluşması hususundaki ‘kasıt’ unsurunu eksik bırakmaktadır. Kaldı ki ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişinin muvazaa anlaşması doğrultusunda iradesinden söz edilemeyeceği de ortadadır.

                                                                                                                                                                                               

‘’davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir.

Dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde ise, kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur…”

 

(Yargıtay HGK 1990/1-152 E. 1990/236 K. 11.04.1990 T.)

                                                                                                                                                                                               

·        Alzheımer Hastalarının Tasarruf Yetkisi

Bu kapsamda ilk olarak fiil ehliyetine değinmek gerekir.

 Fiil ehliyeti; kişinin kendi fiilleriyle yaptığı işlemler sonucunda hak sahibi olabilme ve borç altına girebilme ehliyetidir. 

TMK m.10: ‘’Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.’’ diyerek fiil ehliyetinin iki olumlu ve bir olumsuz olmak üzere şartlarını belirlemiştir.

Fiil ehliyeti, hukuki işlem ehliyeti, dava ehliyeti ve tasarruf ehliyetini de kapsayan geniş bir çerçeveye sahiptir. 

Ayırt etme gücü, kişinin eylemlerinin sebep ve sonuçlarını kavrayabilme ve buna uygun hareket edebilme yeteneğidir. TMK m.13’te ayırt etme gücünü etkileyen sebepler sayılmıştır. Bunlar içinde Alzheimer hastalığına yer verilmemiş olması onun ayırt etme gücü üzerindeki etkisini geçersiz kılmaz. 

Ayırt etme gücü nispi bir kavramdır. Her duruma, olaya ve kişiye göre özel olarak incelenmesi gereklidir.  Alzheimer da aynı şekilde dereceleri olan ve ayırt etme gücü üzerindeki etkisi açısından her kişi özelinde değerlendirme yapılması gereken bir olgudur.

Alzheimer hastalığının üç evresi bulunmaktadır. Bunlar,

-Erken evre

Hastada, yeni bir bilginin öğrenilmesinde güçlük, unutkanlık başlangıcı, sözcük bulmada zorluk, zamanı şaşırma görülür. Ancak yine de bu evrede hastaların bağımsız olarak iş görebildiği söylenebilir.

-Orta evre

Hastanın yeni bilgi öğrenme yetisi kaybolmuştur; hasta erken evreye nazaran daha unutkandır. Ev dışına çıkınca kaybolma vakaları görülür.

-Geç evre

Hastanın yaşamı tümden bağımlıdır; hasta anlamsız sözcükler kullanır ve anlamsız sesler çıkarabilir. Bu evrede zihinsel işlevler ileri derecede gerilemiştir.

Alzheimer hastalarının ayırt etme gücüne sahip olup olmadığının her olay özelinde ayrı olarak incelenmesi gerekir. Bu tespit ancak Adli Tıp Kurumu tarafından, hekimce yapılabilir.

!Adli Tıp Kurumunun verdiği rapor hâkimi bağlamaz!

Ayırt etme gücünün varlığı karinedir. Kişinin akla uygun biçimde hareket etmesi genel hayat tecrübelerine göre asıldır. Bu sebeple aksini iddia eden bunu ispatla yükümlü olacaktır.

Ayırt etme gücü genel geçer bir durum değildir. Her zaman ve tüm olaylar açısından mevcut olduğu söylenemez.

65 Yaş Üstü Kişilerde Akli Yerindelik Raporunun Geçerlilik Süresi:

Noterlik Kanunu Yönetmeliği 91. maddesi uyarınca noterlerin;

-işlem yaptıracak ilgilinin hukuki işlem yapma yeteneği hakkında bir kanı sahibi olması gerektiği,

-ilgilinin yaşlılık, hastalık veya dış görünüşü itibariyle yeteneğinden şüphe edilmesi veya

-bu konuda ihbar ve şikâyet bulunması hallerinde temyiz kudretinin varlığının doktor raporu ile saptanacağı hüküm altına alınmıştır.

Bu rapor verildiği gün dahilinde yapılacak işlemlerde geçerlilik arz etmektedir.

E-  HATA, HİLE, GABİN, HALİNDE AÇILACAK TAPU İPTAL VE TESCİL DAVALARI

HMK m.203/ç bendinde de açıklandığı üzere hukuki işlemlerdeki irade bozukluğu halleri ve aşırı yararlanma durumu yazılı belge olmasa bile her türlü delille ispat edilebilecektir.

                                                                                                                                                                                               

“…Dava, hata, hile, gabin hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkeme, iddianın mutlak yazılı delille ispatı gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Ancak,  hata ve hile ile gabin gibi hukuki işlemlerde irade bozukluğu ve aşırı yararlanma iddialarının yazılı belge olmasa bile tanıkla ve her türlü delille kanıtlanması mümkündür…”

(Yargıtay 1. HD 2012/10938 E. 2012/10436 K. 01.10.2012 T.)

                                                                                                                                                                                               

Burada iptal ve tescil davasına yönelik iddiaların ileri sürülüş şekli açısından mirasçıların, muris muvazaasından farklı bir durumu söz konusudur. Mirasçılar böyle bir durumda davayı birlikte yahut terekeye atayacakları bir temsilci vasıtasıyla takip etmek zorundadırlar.

F.  VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI NEDENİYLE AÇILA TAPU İPTAL VE TESCİL DAVALARI

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununa göre vekalet sözleşmesi, vekilin vekalet verenin bir işini görmeyi veya bir işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir.

Vekilin yetkisi sözleşmenin kapsamı ile sınırlıdır. Bunun dışında yapılan işlemler yetkiyi aşması gerekçesiyle iptal olabilmektedir.

                                                                                                                                                         

“…vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı davalar, yolsuz tescil nedeniyle açılan ayın istekli davalar olup, bu tür davalar herhangi bir süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabilir.

6098 s. Türk Borçlar Kanununun 147. (818 s. Borçlar Kanununun 126.) maddesinde öngörülen zamanaşımı süresinin (5 yıl) vekâlet akdinden kaynaklanan ve vekil ile müvekkil arasındaki çekişmelerde (iç temsil ilişkilerinde) uygulama yeri bulacağı tartışmasızdır…”

(Yargıtay 1.HD 2015/7426 E. 2018/585 K. 31.01.2018 T.)

                                                                                                                                                         

Vekilin görevini kötüye kullanması sonucu taşınmazı bir üçüncü kişiye devretmesi halinde ilgili hak sahibi bu işlemin iptalini isteyebilmektedir. Dava vekile karşı değil taşınmazı devralan üçüncü karşı açılacaktır çünkü yapılan işlem sonucunda tapuda malik olarak görünen kişi üçüncü kişidir. Üçüncü kişinin kötü niyetli olması gerekir. TMK m. 1023 gereğince iyi niyetli olarak elde eden malike karşı bu dava açılamayacak vekal