VEKALETİN KÖTÜYE KULLANILMASINDAN DOĞAN DAVALAR ZAMANAŞIMI YA DA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜREYE TABİ DEĞİLDİR


Yazar: Yargıtay 1.Hukuk Dairesi
09.10.2023 09:56:48
VEKALETİN KÖTÜYE KULLANILMASINDAN DOĞAN DAVALAR ZAMANAŞIMI YA DA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜREYE TABİ DEĞİLDİR

Yargıtay 1.Hukuk Dairesi 2005/837 E. 2005/1805 K. 23.02.2005 T.

Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar;çaplı taşınmazlardaki intikal işlemleri ve davacı Nefiye´nin paylarının davacı Mustafa´ya satışı konusunda davalı Mehmet´e vekaletname verdiklerini, ancak, anılan davalının bu vekaletnamelere dayalı olarak taşınmazları başkalarına sattığını, tüm davalıların ortak hareket ettiklerini ileri sürerek; 3172 parsel sayılı taşınmazdaki 384/1152 payın iptali ile tescil, olmazsa tazminat isteğinde bulunmuşlardır.

Davalı İlhan;dava konusu taşınmazdaki çekişmeli payı dava dışı kişiden, tapu kaydına güvenerek ve iyiniyetle satın aldığını, diğer davalılar ve olaylarla ilgisinin bulunmadığını belirterek;davanın reddini savunmuştur.

Davalı İsmail;davaya yanıt vermemiştir.

Diğer davalılar;davacı Mustafa ile davalı Mehmet arasında düzenlenen sözleşme gereği çekişmeli taşınmazın iş karşılığı davalı vekil Mehmet´e bırakıldığını, hata ve hilenin sözkonusu olmadığını, hak düşürücü sürenin geçtiğini öteki, davalıların da sıfatlarının bulunmadığını bildirerek; davanın reddini istemişlerdir.

Mahkemece;davacıların davasının BK.nun 31 maddesindeki hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hâkimi Sevinç Türközmen´in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR

Dava; vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.

Mahkemece; hak düşürücü süre geçtiğinden söz edilerek davanın reddine karar verilmiştir.

Dava dilekçesinin içeriğinden ve dilekçede ileri sürülen vakıalardan; davacıların kendilerinden hile ile alınan vekaletin kötüye kullanılması suretiyle dava konusu taşınmazın temlikinin sağlandığını bildirdikleri görülmektedir.

Vekaletin hile ile alındığı iddiasının, aynı zamanda vekaletin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerdiği kabul edilmelidir. Davada temel olarak dayanılan hukuki neden, vekalet görevinin kötüye kullanılmasıdır. Bu tür davalar zamanaşımı yada hak düşürücü süreye tabi değildir.

Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir. .." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek gerekli araştırmanın yapılması, soruşturmanın tamamlanması, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Davacılar vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.2.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.